Incir Reçeli Güzel Filan Değildir!


Merhaba,
Yine bir boş iş ile karşı karşıyayız. Geçen hafta arabamın rutin bakımlarından birini yaptırmak üzere İzmir Bayraklı'daydım ki, bir de ne göreyim, tabi ki, bir İzmir klasiği, günde binlerce arabanın geçtigi işlek yola 180 derece sırtını dönmüş bir afiş! Tam bana göre, hemen gidip ne olduğunu öğrenmeliyim diye düşündüm ve İzmir Makina Muhendisleri Odasi'nin şahane ama asla duyurulmayan bir etkinliğini öğrenmiş bulundum. Havalar sıcak oldukça akşamları terasta açık hava sineması yapıyorlarmış, hem de ücretsiz! Geçen hafta da şansımıza İncir Reçeli isimli 2010 yapımı, Aytaç Ağırlar'in yazdığı ve yönettiği Türk filmi vardi. Hem isminden dolayı, hem de çevremdeki bazı insanlarin "çooook güsseelll, çok ağladık yaaa" demelerinden olucak, bende bir heyecan oluştu ve hemen plan program yaptım.
Film vakitlice başladı ve tabi ki İstanbul'un metropol erkeği ile baş başa kaldık. Başrol erkek oyuncumuz Metin isminde, senaryo yazmaya çalışan ama bunları bir türlü paraya çeviremeyen (çünkü her zaman ve her zaman türk sinemasinda sanat hak ettiği değeri göremez, biliyorsunuz) bu sebeple de bazı TV kanallarına skeçler yazan bir naif, hafif geckin adamdır. Olmazsa olmaz, her zaman gittiği bir bar vardır ve tabi ki filmin daha ilk 5 dakikasinda o barda bir genç kızımız eve gidemiycek kadar sarhoştur ve babacan Metin onu evine davet eder. Olaylar gelişir, vs.. Hayatına hiç kimseyi almamayı bir erdem edinmiş metropol erkeği Metin (Bkz. Issız Adam), başlarda hiç hoşlanmasa da, bu, incir recelini manasizca cok seven Duygu isimli kıza gitgide bağlanır. Duygu da sorgusuz sualsiz adamin evine çökmüştür, işte kendince Metin'in hayatına gerek post-it'lerle olsun, gerek akvaryum gibi bir takım evde unutulmuş seyleri temizleyip hayata geçirmesiyle olsun, renk katmaktadır. Ve dınınınn! Nerdeyse Amelie'nin film müziğinin birebir aynısının çalmasıyla kafamda minik bir ampul yandi, yoksa? Evet kızın saç kesimi de benziyordu, müzik de aynıydı ve ana fikir de aynıydı, olamaz, bir Amelie taklidiyle daha karşı karşıyaydık. Bu arada uzatmamak adına, kızın son derece sinir bozucu ve şirinlikten uzak çocuksu ses tonundan ve arada gecen, nerdeyse her yeni dönem Türk filminde sayısız kez dinlediğimiz, "hayata bi de cevir bu tarafından bak" temalı, içtenlikten yoksun diyaloglardan çok bahsetmiyorum. Efendime söyliyim, ben böyle mala bağlamış, acaba ne zaman bahçe cücesi çıkıcak diye beklerken, Duygu'nun amansız bir hastalığı (Aids) olduğunu ve afişe olmamak adına tedaviyi reddettiğini öğreniyoruz. Henüz birkaç aydır tanıdığı bir kadınla hiç seks yapmamak pahasına da olsa birlikte olmayı seçen kahraman Metin (alt metinlere bak; "sekssiz ilişki en erdemli olanıdır") ve Duygu'nun otobüs durağının camının arkasından öpüşüyormuş gibi yapmasıyla beraber bir ampul daha yandı kafamda: Pushing Daisies!! Nerdeyse aynı sahne var denebilir. Ayrıca, erkek arkadaşımla beraber saptadığımız bir başka saçma sahne de, Duygu ve Metin' in, evlerinin salonunda, yerler silme ufacık mumlarla kaplıyken ve tüm bu mumlar yanarken, tam ortada çırılçıplak oturup sadece birbirlerine dokunduğu bir sahneydi. Yönetmen arkadaşımıza sesleniyorum; hadi bi hoşluk olsun diyip çekmişsiniz bu sahneyi, hiç mi düşünmediniz, bu sahnenin öncesinde neler yaşandığını? O mumları kim yaktı? Sonra efendime söyliyim, çırılçıplak sizi kim soydu da oraya koydu? Yani, sırf her türlü klişeyi barındırıp insanlara wow dedirtmek isteği bir yönetmene bunları yaptırmamalı.
Bu esnada, metropol erkeği Metin'in yine de özündeki Türk'e yenilmesi ve tabi ki bir Türk filmi klasiği olarak asla konuşulmadığı için anlaşılamamış bir kıskançlık hadisesiyle beraber çiftimiz biraz kopar. Metin kafayı yer, ergen çocuklar gibi gitar elinde şarkı söyler. Yani allahaşkına, modern zamanin erkeği neden hep manasızca ergen ve bohem olarak yansıtılıyor? Çok mu öykünüyoruz böyle adamlara? Veya gerçekten beğendiğimiz işler yapan, karakterli, oturaklı beyefendiler böyle midirler gercek hayatta acaba?
Her neyse, sonuçta, Duygu'yu ölümsüzleştirmek için, İncir Reçeli adlı bir senaryo yazan Metin'in senaryosu filme dönüşür filan. Sakın yanlış anlaşılmasın, ben de incir reçelini çok severim ama bu film gerçekten tam anlamıyla bir fiyasko. Her sevilen dizi ve filmi, biraz alıntı yaparak, biraz taklit ederek önümüze koyan İncir Reçeli, aslında totalde bakıldığında da Love Story'nin başka bir versiyonu sadece. Üstelik de, duygu sömürüsü yaparak, benim acılı halkımı ağlatmayı zor zanneden ve ağlatınca sanki çok iyi bir film ortaya çıktığına güvenen filmler gerçekten sadece bir sabun köpüğü olarak raflarımızda yerini alıyor. Yalnızca, hakkını vererek Sezai Paracıkoğlu'nun iyi bir oyunculuk sergilediğini sanırım söyleyebiliriz.
Sonuç olarak, gönül isterdi ki, Türk sineması artık takliti bıraksın ve ağlatıcağı yerde saçmalığına kahkahalarla güldüren bu filmlere saatlerimiz gitmesin. Onun için iç rahatlığıyla söylüyorum ki İncir Reçeli güzel filan değildir.